GAMMAZ YÜREK - KEVSER KÖROĞLU

 

Doğru! Sinirliydim, fena halde sinirliydim, hala da öyleyim ama deli olduğumu da nereden çıkarıyorsunuz? Hastalığım duyularımı keskinleştirmişti, harap etmiş ya da köreltmiş değildi. Hepsinden öte olan, keskin işitme duyusuydu. Cennetteki ve dünyadaki bütün sesleri duyuyordum. Cehennemden gelen pek çok sesi duyuyordum. Söylesenize, nasıl deli olabilirim? Dinleyin ve nasıl ustalıkla - nasıl sakince size bütün hikayemi anlatıyorum, görün. Fikrin aklıma ilk nasıl geldiğini söylemek imkansız ama aklıma düştüğü andan itibaren beni gece gündüz rahat bırakmadı. Bir amacım yoktu. Bir arzum yoktu. Yaşlı adamı severdim. Bana hiç zararı dokunmazdı. Beni asla kırmazdı. Altınlarında da gözüm yoktu. Beni sinirlendiren… Sanırım, gözleriydi!

     O bana her baktığında içimdeki nefret artardı, elimde olsa onu bir kaşık suda boğardım. Evet, zengin olabilirdi ama bunun benim için bir önemi yoktu. Bu koskoca köşkte ailemle bir gün geçirmenin hayalini kurardım. Benim için malın mülkün önemi yoktu. Asıl önemli olan sevdiklerimin yanımda olmasıydı. Annemin ve babamın daha iyi şartlarda büyümem için beni verdikleri bu adama muhtaçtım. Çıkıp gitsem ne olacaktı? Zaten konuşamıyordum. Bu kötü dünyada beni kim anlardı? Onun gözlerine her baktığımda ailemden beni ayırdığını düşünür içim nefretle dolardı. Aslında bu ailemin kendi fikriydi ama çocukluktan gelen bu düşünceyi durduramıyordum. Hele ki konuşamadığımı ve zihinsel olarak geriliğimi öğrendiğinden sonraki bakışları. O acıyan bakışlar beni nasıl yerden yere vuruyordu bir bilse. Bu onun farkında değildi beni kırmamaya çalışırdı. Ama bakışlarına engel olamıyordu. Yaşlandığı için artık beni tek başına bakamıyordu. Yanına bir yardımcı aldı. Benimle artık o ilgileniyordu. Kadını sevmiştim işi bu olduğu için alışıktı, normal davranıyordu bana. En önemlisi bakışları herkese baktığı gibiydi. Acıyarak bakmıyordu.

      Her sabah olduğu gibi bu sabahta erkenden uyandım. Aşağıda kahvaltı hazırdı. Biraz sonra yaşlı adam odama girdi. Uyanıp uyanmadığımı kontrol etti. Bir anda telefonu çaldı. Arayan doktorum Tevfik Bey idi. Hastalığımın son durumu hakkında bilgi almak için aramıştı. Yaşlı adam doktora bakımımın evde zorlaştığını, artık benimle uğraşamayacağını, hastaneye yatırılmam gerektiğini söylemişti. Konuşamıyor olabilirdim ama her şeyi duyuyordum. Beni nasıl hiçe sayabilirdi? Bu nasıl bir merhametsizlikti? Şimdi kafama koymuştum. Gidecektim bu evden ama nereye, kime? Ailemden küçük yaşta ayrıldığım için hiç kimseyi tanımıyordum. Dünyanın en kötü duygusuydu bu mecburiyet. İnsan istenmediği yerde nasıl durabilirdi, zorundaydım işte. Dışarısı benim için çok tehlikeliydi. O günün akşamı beni alıp bir sağlık merkezine götürdüler. Hastane benim gibi çocuklar ile doluydu. Bana öyle acıyarak bakan da yoktu. Çünkü burada hepimiz aynıydık. Belki burası benim için daha iyi olacaktı. Köşkteki odam belki daha büyüktü ama o koskoca odada yalnız olmaktansa burada birçok arkadaşımla kalmak çok daha güzeldi. Gün geçtikçe onlara alışmaya başladım. Konuşamadığım için el hareketleri ve mimiklerle anlaşıyorduk. Buraya geldiğimden beri yaşlı adam bir kez bile ziyaretime gelmedi. Demek ki benden bu kadar usanmıştı. Artık bunların bir önemi yoktu benim için. Ben burada gayet mutluydum.

       Kafama koyduğumu bir nevi gerçekleştirmiş oldum. Belki kendimi kandırıyordum ama artık o evde değildim sonuç olarak. En önemlisi de o bakışlara maruz kalmayacaktım…

Yorumlar

Yorum Gönder