ÖYKÜ | Melih Yağız Tekin | Vefa ve Öğretmen

 Şehirden oldukça uzak bir köyde sağanak yağışlı bir pazartesi günüydü. 1. sınıfın ilk günü olacağı için heyecandan gece boyunca uyuyamayan Öykü gözleriyle odadaki eski saati takip ediyordu. Saatin 5 olduğunu görünce yer yatağından fırladı. Aynı odada uyuyor olan 3 kardeşi çıkan sesle uyanıp Öykü'ye hep bir ağızdan "Uykumuz var!" diyerek sitem ettiler. Öykü'ye neredeyse her sabah bunu demeye alışıklardı. Öykü her zaman erken kalkıp günü en önden selamlamayı seven bir çocuktu. Hayat enerjisi tüm zorluklara rağmen yüksek ve bunların yanında okumaya çok istekli biriydi. Büyük kardeşleri okula giderken diğer küçük çocukların aksine o hep okula gitmek istiyordu. İşte o gün gelmişti, ilk kez okula gideceği günde kimse onun moralini bozamazdı. Güç bela aldıkları okul kıyafetlerini giyindi ve annesini uyandırmaya gitti. Annesi Ayşe uyanıp diğer çocukları uyandırdı, okulun ilk günü için hazırladı ve kahvaltı için bir şeyler yapmaya başladı. Kahvaltı onlar için önemli bir öğündü, Öykü'nün kahvaltının en sevdiği parçası ise süttü. Hem tadı güzel hem de güne daha enerjik başlamayı sağlayan bir şeydi Öykü için.  Ayşe her zamanki gibi kahvaltı hazırlarken Öykü kapıyı aralayıp onu izlemeye başladı, annesinin en çok sevdiği şey olan sütü bardaklara yarım yarım koyup su ile tamamladığını görünce bir şeylerin farkına vardı, ama hiç bozuntuya vermedi. Öykü gerçekten akıllı bir çocuktu. O gün Öykü'nün Annesi Ayşe'nin temizlik işine gitmesi gerekiyordu, Öykü bu duruma üzülse de annesini anlayışla karşıladı ve okula kendisinin gidebileceğini söyledi. Annesi ona yaklaştı ve "Sen çok başarılı bir çocuk olacaksın Öykü" diyerek gülümsedi. Okul Öykü'nün evine yakın değildi, yollar kötüydü ve yağmur şiddetini arttırıyordu. Okulun ilk günü için birçok olumsuz şey oluyordu fakat Öykü en çok istediği yere, okuluna sonunda ulaştı. Yağmurdan dolayı sırılsıklam olan Öykü hemen okulun içine girdi, henüz herkes gelmemişti ve ilk dersin başlamasına 1 saat daha vardı. Çevresindeki olayları gözlemlemeyi çok seven Öykü diğer çocuklara ve onları okulun ilk gününde yalnız bırakmayan ailelerine baktı, oldukça mutlu görünüyorlardı. Buna gerçekten bozulmuştu çünkü onu okula getirebilme imkanı olan bir annesi, bundan da öte hayatta olan bir babası dahi yoktu. Babası birkaç ay önce bir iş kazasında vefat etmişti, en çok istediği şey ise bütün çocuklarının okuyup iyi birer birey olmalarıydı. Her fırsatta çocuklarına okumanın ne kadar güzel ve gerekli bir şey olduğunu öğretmeye çalıştı. Aslında bu isteği kendi çocukluğuna dayanıyordu. Kendisi de okumayı çok isteyip imkansızlıklar yüzünden bunu başaramamıştı. Hayat bir film gibi baştan başlamıştı adeta, tek değişen şey artık okumayı isteyen çocuk o değildi. O, -tıpkı kendi babası gibi- imkansızlıklardan dolayı evlatlarını zar zor okutan bir babaya dönüşmüştü. Öykü'nün okuma isteği de babasının zor şartlarda onları okutma çabasına dayanıyordu, her şey birbiriyle bağlantılıydı. Öykü biraz daha düşünüp öğrencileri ve onların ailelerini inceledikten sonra okulun içerisinde gezmeye başladı. Öncelikle okul hayatı boyunca oldukça az uğrayacağını düşündüğü kantine geldi, yiyecek çeşidi oldukça azdı ve fiyatlar da onun için fazlaydı. Kantinde kırtasiye malzemeleri de satılıyordu. Bunları incelerken bir öğretmen onu fark etti ve Öykü'nün yanına gitti. Öykü yeni insanlarla tanışmayı çok sevdiğinden dolayı  öğretmene "merhaba, ben Öykü" dedi. Öğretmen böyle bir selamlaşmaya hazır değildi, genelde okula yeni başlayan öğrenciler bu şekilde atılgan olmazlardı. Bu durum hoşuna giden öğretmen gülümseyerek "ben Mustafa" dedi. Öykü, hayatını değiştirecek öğretmeniyle ilk sohbetini yaptığından haberdar değildi. Kantindeki kısa sohbetin ardından Öykü'nün hayatındaki ilk ders zili çaldı ve bütün öğrenciler sınıflarına girmeye başladı. En son Mustafa Öğretmen sınıfa girdi ve yeni öğrencileriyle ilk dersine başladı. Bu derste Mustafa Öğretmen, öğrencilerine ileride ne olmak istediklerini sorarak onları yakından tanımayı amaçlıyordu. Sınıftaki öğrencilerin farklı farklı istekleri vardı : Futbolcu, şarkıcı, astronot veya doktor olmak gibi. Herkes bu soruyu hayatında ilk kez duymuşcasına düşünüp o şekilde cevap veriyordu. Sıra Öykü'ye geldiğinde ise Öykü hiç düşünmeden "Öğretmen olmak istiyorum" deyip gülümseyerek yerine oturdu. Bu işe yıllarını vermiş Mustafa Öğretmen ilk kez böyle bir öğrenciyle karşılaşıyordu, onun ne kadar iyi bir öğrenci olacağını anlamıştı ilk günden. Günler geçiyordu ve artık okulda ilk dersler başlamıştı. Öykü, öğretmeninin de beklediği gibi dersleri pürdikkat dinliyor ve öğrenmek için çabalıyordu. Diğer öğrenciler gibi yaramazlık peşinde değil, ailesinin onu okutma çabasını boşa çıkarmayan bir öğrenciydi. Bu şekilde aylar geçti ve kış mevsimi kapısı aralandı. Öykü kış mevsimini sevmiyordu, ısınma problemleri, ulaşım dertleri gibi birçok sıkıntısı olduğundan Öykü ve ailesi için zor geçen bir mevsim olurdu. Karlı bir günde okuldan dönerken yıpranan ayakkabısının iyice kullanılmaz bir hale gelmeye başladığını fark etti. Eve gidip bu sorununu annesiyle paylaşacaktı fakat bir yandan durumlarının da farkındaydı. Ne yapacağını bilemezken eve girdi, annesi Ayşe ağlıyordu. Annesinin yanına gidip sorunun ne olduğunu sordu. Ayşe bunu ona söylemek istemiyordu fakat işten çıkarıldığını ve iş bulamadığını bir şekilde anlatmak zorundaydı çocuklarına. "Bir sorun yok canım" diyerek geçiştirmeye çalıştı fakat Öykü bir şeyler olduğunun farkındaydı. Ertesi gün Öykü'yü okul için hazırlayan annesi kızının ayakkabılarının kötü durumda olduğunu gördü ve ona bunu halledeceğini söyledi. Aslında kendisi de bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Öykü'yü o şekilde okula götürürken içi sızladı ama yapabileceği bir şey yoktu. Öykü ise annesinin onu ilk kez okula götürmesinden işiyle ilgili bir sıkıntı olduğunu anlamıştı bile. Okula varıp vedalaştıktan sonra annesi ilk dersin sonlarına doğru okula girip dersin bitmesini beklemeye başladı. Ders bittiğinde ise Mustafa Öğretmeni bulup onunla bu konuyu konuştu. Mustafa Öğretmen tabii ki bu durumu anlayışla karşıladı. Ertesi gün Öykü'ye güzel bir ayakkabı alıp annesi Ayşe'ye teslim etmek üzere evlerine doğru yola çıktı. Mustafa'nın güzel bir arabası da vardı. Arabasıyla evlerine varıp ayakkabıları teslim ederken evin kötü durumda olduğunu gördü ve bu konu hakkında Ayşe ile konuştu. Ayşe başlarından geçen olayları Mustafa'ya anlattığında Mustafa Öğretmen gerçekten çok üzüldü. Ve bütün bu sorunlara rağmen Öykü'nün nasıl bu kadar hayat dolu olduğunu merak edip onunla gurur duydu. Evden ayrılırken Öykü ve ailesi için elinden ne geliyorsa yapmaya karar verdi. Bu durum hakkında ne yapabileceğini düşünmeye başladı. Sorunlarını düzeltmeyi çok istiyordu fakat bunun için yeterli parası yoktu, aldığı maaş ancak o ay için yeterliydi. Tüm bunlardan daha önemlisi bu durumu düzelmek için kararlı olmasıydı. Arabasıyla giderken aklına yapabileceği tek şey geldi. Aynasını düzeltip arka koltuklara baktı, direksiyona ve ön koltuklara da. Arabasını iyice süzdükten sonra yapabileceği tek şeyin bu olduğunda karar kıldı. Arabasını satmak. Bu büyük bir karar olacağından dolayı biraz daha düşünmek istedi fakat sonraki gün Öykü'yü gördüğü an karar kıldı, ona yoldaşlık eden arabasını satacaktı. Köyün bakkalı bir süredir araba alabilmek için para denkleştirmeye çalışıyordu, direkt aklına arkadaşı olan o bakkal geldi ve bakkala doğru son kez arabasıyla gitmeye başladı. Yolda aklına arabasıyla yaşadığı anılar geldi bu arabaya bir isim koymayı hiç düşünmemişti fakat arabayla son gününde arabasına "Öykü" dedi. Arabasını götürdü, sattı ve evine geri döndü. Her şey birkaç gün sürecek kadar hızlı gelişmişti, ama bu durumdan hiç rahatsız değildi. Çünkü arabasını her düşündüğünde aklına o hayat dolu öğrencisi Öykü geliyordu. Mustafa Öğretmen karlı, soğuk bir kış gününde yürüyerek Öykü'nün evine giderek parayı annesi Ayşe'ye verdi. Ayşe "Bu nedir ?" diye sorunca, Mustafa Öğretmen "Öykü" dedi. Bu para Öykü ve ailesi içindi. Ayşe önce parayı kabul etmedi fakat Mustafa ısrar edince çocukları ve kendisi için bu parayı kabul etmek zorunda kaldı. Öykü her eve geldiğinde annesine gününün nasıl geçtiğini anlatıyordu. O gün Öykü'nün dikkatini çeken şey öğretmeninin okula ilk kez yürüyerek gelmesiydi. Annesi öncelikle bu durumun ne ile ilgili olabileceğini anlamadı fakat o gün bakkala gittiğinde Mustafa'nın arabasının orada olduğunu görünce korkarak içeri girip bu araba kimin diye sorduğunda köyün bakkalından duymaktan korktuğu cevabı alır. Kahrolur fakat ailesi için bir şey diyemez, ev için gerekli şeyleri alır ve geri döner. İşte yıllar bu şekilde geçer Öykü'nün annesi kısa süreli işler bulup işini kaybediyordur fakat her şeye rağmen bir şekilde hayat devam eder. Öykü ise ilkokulun en başarılı öğrencisi olarak mezun olduğunda Mustafa Öğretmen, öğretmenlik hayatındaki en sevdiği öğrencisi mezun olduktan sonra mutlulukla mesleğindeki bütün gayelerini tamamladığını anlar ve emekli olur. Ortaokul ve liseyi de en başarılı öğrenci olarak tamamlayan Öykü her fırsatta hayatında çok önemli yeri olan Mustafa Öğretmenini ziyaret eder. Lisenin son senesindeki sınavda çok yüksek bir puan alan Öykü her zaman hedefi olan öğretmenliği en iyi üniversitede burslu olarak kazanır. Birçok üniversite onu öğrencisi olarak görmeyi ister ve Öykü durumunu hepsine anlatır. Bu bölümün en iyi üniversitelerinden biri Öykü'ye her konuda yardımcı olmayı kabul eder. Öykü'nün artık köyden gitme zamanı gelmiştir. Her şey onun istediği gibi olmaya başlamıştır fakat bir şey hariç. Onun hayatındaki en önemli kişilerden biri olan Mustafa Öğretmenini bir kez daha ziyaret etmek ister. Onun yanına gider ve aralarında çok duygusal bir konuşma geçer. Öykü, Mustafa Öğretmenin geçen ay doğan kızını görür ve ona bakarak duygulanır. Vedalaştıktan sonra Öykü kendine bir söz verir. Bu söz, Mustafa Öğretmeni gibi iyi bir öğretmen olup tekrardan onun ziyaretine gelmektir. Yıllar geçer ama Öykü çalışmasından bir an bile ödün vermez. Bu noktaya nasıl zorluklarla geldiğini hep hatırlar ve daha çok çalışır. Üniversitedeki en başarılı öğrenci olarak okulunu bitirir ve öğretmenlik hayatına başlar. Okulun ilk günü Mustafa Öğretmeninin yaptığı çalışmayı yapmaya karar verir. Öğrencilere tek tek ne olmak istediklerini sorar. Sanki kendi geçmişinin içindedir ama bu sefer Mustafa Öğretmeninin yerinde kendisi vardır. Öykü adında bir kız öğrencisi hiç düşünmeden "Öğretmen olmak istiyorum" diyerek gülümser ve yerine oturur. Gözleri dolar ve şaşkınca öğrencisine bakar. "Bu bir tesadüf olamaz" der kendi kendine. O şaşkınlıkla teneffüs zili çalar ve sınıftan çıkar. Dışarıdaki bankta oturan Öykü'ye ve kendisine kantinden süt alır. Gülümseyerek yanına oturur, biraz sohbet ederler. Öykü'nün öğrencisi "Babacığım" diye bağırınca Öykü arkasını döner ve karşısında Mustafa Öğretmenini görür. Öykü elindeki sütü bırakıp öğretmenine sarılır. Rüya gibi anlar yaşıyordur. Bu şekilde yıllar geçer ve çok başarılı olan öğretmenlik hayatına devam eder. Bir tatil günü çocukluğunda yaşadığı köyüne geri dönmek ister ve arabasıyla köyüne gider. Köy bakkalının önünden geçerken Mustafa Öğretmeninin arabasını görür ve aniden durur. Bakkala girip "Şuradaki araba sizin mi ?" diye sorar. Bakkal neden sorduğunu anlamaz fakat "Evet, benim" der. Öykü için bütün olaylar çözülüyordur adeta. Hemen orada bakkalın arabasını satın alır. Bakkal zaten arabayı satmayı düşündüğünden bu onun için çok iyi bir fırsattır. Arabayı Mustafa Öğretmenin evinin önüne bırakır ve köyden geri döner. Mustafa Öğretmen evine geldiğinde eski arabasını görür ve çok şaşırır, üzerinde bir not vardır. Notun sadece ilk cümlesi bile Mustafa Öğretmeni ağlatmaya yetmiştir "Her şey ve o ayakkabı için size minnettarım canım öğretmenim" Uzun notu ağlayarak okuyan Mustafa Öğretmene arabasının anahtarını kızı Öykü verir. İkisi birlikte arabayla bütün köyü turlarlar ve son durak her şeyin başladığı o köy okuludur.


Melih Yağız Tekin

Yorumlar